Otağ değil "od agı".. yani ateş tüten ev.. aile.. soy .. sülale

 

Otağ değil "od agı".. yani ateş tüten ev.. aile.. soy .. sülale
İnsanlık tarihinin büyük bir bölümü insanların sürekli hareket halinde olduğu ve yiyecek peşinde  hayatlarını sürdürdüğü bir örüntü içinde devam edip durmuştur. İnsanların en temel ihtiyacı önce yemek sonra barınma olmuştur.
Vahşi hayvanlardan, olumsuz hava şartlarından korunabilmek, aynı zamanda avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşamı sürdürmek de kolay değil tabi .. Bu zorunlu şartlar da yemek için  asgari çabayla yakalayabilecek avları ve barınma içinse kolay kurulan, yaşanılan  coğrafyanın sunduğu imkanları  kullanmışlardır. Bu imkanlarla temel ihtiyaçlarını gidermemiş,  kültürlerini de şekillendirmişlerdir. Ancak kültürün şekillenmesinde tek belirleyici unsur coğrafi şart değil aynı zamanda bireylerdir.
insanlar doğaya direnmeyi bırakıp ona güvenmeye başladıklarında ise birbirlerine de güvenmeye başlamış, yaylak ve kışlaklarda dönemsel yaşamaya başlamışlar, kaldıkları bu keçeden ve bezden mekanlara da otağ demişlerdir.
Konar göçerlikten yarı yerleşik hayata geçmek sadece besin tedariki anlamında değil; yeni üretim araçları, nüfus artışı, inanç biçimleri anlamında da bir güvence oluşturarak toplumların hayatında önemli bir yer tutmuştur. Toplu yaşam; aile olmak,  üretmek, çoğalmak, doyurmak gibi kavramlarla  beraber obalaşmayı, dayanışmayı, yardımlaşmayı yani devlet olmayı  öngörmüştür. Otağ ve çadır kültürü başta  İskit, Hun, Göktürk olmakla beraber tüm Türk devletleri için şehirleşmede önemli olmuştur.
Devletleşmek, toplumsallaşmayı, sosyalleşmeyi ve kamu hukuk düzenini de beraberinde getirmiştir.
Devletin görevi öncelikle Orhun kitabelerinde  olduğu gibi, halkını doyurmak, giydirmek, yoksul milletlere yardım etmek sonrasında En sığ şekliyle, suç dediğimiz sosyal olayları engellemek olmuştur.  
Asrın felaketi olan 6 şubat.. Kahramanmaraş depreminde de biz bu olguları daha yakından, yaşayarak görmek, tanıklık etmek durumunda kaldık.
Belki mekânsız, yurtsuz kalmadık ama hepimiz ocaksız kaldık. Yaşadığım en kötü duygulardan biriydi.. acizlik ve çaresizlik..
Ne kadar zormuş doğayla savaşmak.. mevsimlerin, rüzgarların .. yağmurların sizinle savaşması ne zormuş.. açlık, hastalık ve soğuğu.. yalnızlığı iliklere kadar hissetmek ne zormuş..
Hani diyoruz ya modern teknolojiler..  elektik, su, doğalgaz, buzdolapları, telefonlar, TV, alıcılar, arabalar, yakıtlar, ocaklar... hepsinin  bir gece de anlamını yitirdiği  hiçlik gecesi..
Gecenin dolmayan boşluğu, Suların sarı görüntüsü, ısınamadığın geceler ve sevdiklerinin sesine bile ulaşamaması...
Sudan çıkmış balık gibi kaldığımızı hatırlıyorum.. peki şimdi bunu niye yazıyorum? çünkü o gün benim konar göçerliğe geçtiğim ilk gün.. yapılanları, bazı yaşantıları anladığım.. Devlet nedir.. Birlik olmak nedir anladığım ilk gün..
Biz Türk devletiyiz.. güçlüyüz.. bağlıyız.. vicdanlıyız. Biz önce toplum sonra bireyiz.. bizim birimiz üzülünce hepimiz üzülürüz.. birimiz koşunca hepimiz koştururuz.. birimiz ağlayınca hepimiz ağlarız.  nerde olduğumuz önemli değil.

Azerbaycan'da, Kazakistan'da, Kırgızistan'da, Türkmenistan'da, Özbekistan'da, diğer milletlerin içinde azınlıkta da olabiliriz. Hiç önemli değil.. Bu felakette de böyle oldu.

            

Kazak çadırları, Özbek çadırları, Kırgız çadırları 2 günde .. İçi herkese makam mevki gözetmeksizin eşit kuruldu.. öyle derme çatma değil.. süsüyle.. renkleriyle.. duygularıyla..




Kimse kimseden ayrı tutulmadı. Kimsenin mevkisine statüsüne bakılmadı. Yoksulun çadırında ne varsa zenginin çadırında da o vardı. Temel şey sadece barınma, sığınma ve korunmaydı. Varillerden sobalar yapıldı. Hiçbir şey israf edilmedi. Kartonlar ve plastikler istiflendi. Keçeden döşemeler yapıldı üstüne yağmurluk çekildi. 



ger çadırda bir yönetim vardı. herkes birbirinin açlığından  tokluğundan mesuldü. Önce varillerden soba yapıldı. Sobalarda ekmek yapıldı. İster evden ister bölgeden iş bölümü yapıldı.  Tedavi çadırları, eğitim çadırları, yardım çadırları, gıda çadırları, İdari çadırlar kuruldu..

         EĞİTİM ÇADIRI                         TEDAVİ  ÇADIRI                      GIDA ÇADIRI

   MESCİD ÇADIRI                                                  YARDIM ÇADIRI

Obalar kuruldu. Yemekler dağıtıldı. Aylarcaaa...
Biz birey olarak başladığımız bu savaşta milletçe toplum olmayı, yönetim olmayı hep beraber başardık.


Türk toplumu dünyaya en çok ordu, yani düzen anlamında örnek olmuştur. Biz medeniyet görmemiş bir ırk değil geniş coğrafyalarda çadırımızla gezerken doğaya çevremize ve insanlara bakarak 40 diyarda türlü türlü devletler kurmuş bir milletiz. Birliğimizde bizimdir bağımsızlığımızda .. gerekirse gene gezer, gene kurarız.. Depremde de bunu gördük.

Milli birlik ve beraberlik öncelikle milleti teşkil eden unsurlardan biridir. Biz toplumsal varlığımızın devamı ve düzenini toprağa – ülkeye – bağlı sağlarız. Vatan dediğimiz kavram ortak hatıralar, gururlar, ortak acılar ve istekleri bünyesinde taşır.

Şakir DİNÇARSLAN hocamız, TUDVA (Türk dünyası dijital vatandaşlığı) bünyesindeki dersimizde şöyle demişti. Devletçilikle milliyetçilik arasında bir tercih yapmak istemeyiz ama ikisininde güçlü olmasını isteriz. Bir tarafta devlet güçlü olacak diğer tarafta bunu çalıştıracak olan millette, o milleti oluşturan bireylerde güçlü olacak. Kurumlar ne kadar güçlü  olursa devlet de o kadar kalıcı oluyor der. ve haklı.



 

 


 

 

Yorumlar